DOĞAL AFETLER, YANGIN VE DEPREM:

AHŞAP VE YATAY MİMARİDEN UMUT VERİCİ ÇÖZÜMLER…

Son dönemlerde, Amerika Birleşik Devletleri’nin Los Angeles çevresinde etkili olan orman yangınları ve bu yangınlar sırasında ahşap yapıların da zarar görmesi, ahşap yapılara dair yanılgıların yeniden gündeme gelmesine neden oluyor.

Bu algıları irdelemek adına bu konuda köşe yazısı tadında bir yazı kaleme aldım; o halde başlayalım,

Amerika’daki yangınlar gibi, ülkemizde de – ola ki- ahşap bir binada yangın çıkması durumunda, özellikle vurgulanarak “Ahşap bina yandı!” manşetleriyle bu doğal ve sürdürülebilir malzemenin haksızca hedef alındığını görmekteyiz. Buna karşın, aynı medya, yangınlarda çelik kolonların erimesi ya da betonarme binaların toksik gazlar, vb. radon gazlar salarak ve demir aksamlarının erimesiyle birlikte yaşanan çökmelerle ölümcül tuzaklara dönüşmesi gerçeğini pek dile getirmemektedir.

“Betonarme binada yangın!” ya da “Çelik gökdelende yangın!” gibi manşetler göremiyoruz. Peki, neden? Ahşaba karşı bilinçli bir algısal hedef mi örgütleniyor?

Sorun ahşapta değil, algıda; Ahşap… evet yanar, ama diğer her şey de yanmaz mı/yanamaz mı? Betonarme veya çelik aksamlı binalar yangına karşı daha mı güvenli? Nedir bu kadim yapı malzemesi olan ahşapla alıp veremediğimiz? Gelin, tüm bunları iç sorgulamalarla ve bilimin ne dediğine bakarak hep birlikte cevaplar bulmaya çalışalım…

Ahşap evler yanar mı? Evet, her yapı malzemesi gibi ahşap da yanabilir. Ancak önemli olan, yangının hangi koşullarda ve hangi malzemelerin etkisiyle öldürücü bir hal aldığıdır. Demir de yanar, çelik de yanar, hem de fokur fokur kaynar ve erir! Taş da yanar, beton da yanar, yanmayan bir şey mi var?

Bilinenin aksine, çelik ve demir sıcaklığı anında diğer uzak uçlara hızla iletir; lakin ahşap bu sıcaklık iletimini gerçekleştiremez. Bu sıcaklığın iletilememesi, aslında yangına karşı mukavemet açısından ahşabı çok daha dirayetli kılar. Bolu Kartalkaya otel yangını buna çarpıcı bir örnektir. Yangında tam sekiz saat boyunca tomruk çatılı lobi yanmış, fakat çökmemiş olduğu basına yansımıştır… (8 saat ciddi bir süredir)

Buna karşın, yangın sırasında çıkan zehirli dumanlar, betonarme yapıların radon gazı salınımı, köpük vb. izolasyon malzemeleri ve yanan eşyalar, toksik gaz salınımları, artı olarak yangın yönetmenliğine uygun olmayan durumlar(yangın merdiveni vb.) can kayıplarının başlıca nedenleridir.

Çünkü ahşap, sanıldığı gibi bir kıvılcımla kül olan bir malzeme değildir; yapısal ahşapta yangının yayılımı son derece yavaştır. Fırınlanıp içindeki reçineden ve çıramsı sıvılardan arındırılan yapısal ahşap, özel ateş öteleyici solüsyonlarla kaplandığında neredeyse yanmaz/yanamaz hale gelir, yanması oldukça güçleşir.

Soğuk iklimlerde yetişen sık lifli ağaçlar, yangının etkilerini daha da minimize eder. Buna karşılık, betonarme ve çelik yapılarda kullanılan kimyasal izolasyon malzemeleri hızla yanar ve yoğun toksik gazlar yayarak zehirlenmelere yol açar. Ayrıca, bu durum tahliyeyi zorlaştırır ve can kaybı riskini artırır.

Ahşap ve Diğer Malzemeler: Yangına karşı Performans Karşılaştırması;

Bir yangın sırasında, çelik ve demir kolonlar yaklaşık 30-40 dakikada sıcaklıktan dolayı mukavemetini kaybedip esnemeye ve yamulmaya başlar; bu da binanın stabilitesinde aksamalara yol açar. Çünkü sıcaklık, demir ve çelikte iletkenlik özelliği sayesinde hızla en uzak noktalara ulaşır.

Bu esnemeler ve yamulmalar, domino etkisi yaratıp bel verip çökmelere neden oluyor. Oysa yapısal ahşap, bilinenin aksine, 90 dakikaya kadar dayanabiliyor. Çünkü ahşabın özelliği, ısının iletilmesini engeller; ısı ahşapta yayılmaz, ayrıca ahşap, alevle temas ettiğinde doğal olarak karbonlaşır. Karbonlaşma süreci, ahşabın yüzeyinde bir karbon tabakası oluşturur. Bu tabaka, altındaki ahşabı ısıdan ve oksijenden koruyarak yangının daha derine işlemesini yavaşlatır. Bu da ilave bir koruma sağlamış olur. Ciddi manada zaman kazanılmış olur.

Bu da tahliye için hayati bir avantaj sağlar. Tahliye kolaylığı çok önemli bir unsurdur, bunu asla unutmayalım.

Maalesef ki çok katlılık, yapı malzemesi her ne olursa olsun, kısa zamanda tahliyeyi zorlaştırmaktadır. Amerika’daki 4 milyon nüfuslu bir ahşap şehirde çıkan yangında yalnızca 22 kişi hayatını kaybetmiştir ve bunların birçoğu tahliye etmeye direnen, belki evimi söndürebilirim diye evinden ayrılmayan, ayak sürten bireylerdir. Buna karşılık, aynı yangın dikey mimari bir betonarme binada meydana gelseydi, kayıplar inanın ki çok çok daha trajik olabilirdi

Amerika’daki yangında asıl sorunun, ahşap yapılarda kullanılan iki ahşap lambri arasına yerleştirilen yanıcı kimyevi malzemeler olduğu görülmüştür. Bu malzemeler yangını tetikleyen başlıca unsurlardı.

Ayrıca bölgenin yangın kuşağında bulunması ve çevredeki su rezervlerinin bazı rant çevreleri tarafından kendilerine mal edilmesi gibi nedenlerle etkili bir şekilde kullanılamamıştır, tüm bu parametreler yangının yayılmasını kolaylaştırmıştır.

Ahşap yapıların arasına yerleştirilen kimyasal izolasyon malzemeleri, yangının hızlanmasına, yoğun toksik gaz ve duman oluşumuna neden olarak ölümlere yol açmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, ahşap değil; kullanılan yanıcı kimyasal maddelerin etkileridir. Aslında ahşap, özellikle solid masif ahşap (içi dolu ahşap), zaten doğal ve etkili bir izolasyon malzemesidir, ayrıca bir izolasyona gerek duyulmamaktadır.

Karkas yapılarda illaki bir izolasyon malzemesi kullanılacaksa, yanıcı kimyasal malzemelerden (örneğin, köpük vb.gibi ) kaçınılmalı; bunun yerine doğal ve yanmaz özellikte yalıtım malzemeleri tercih edilmelidir. Yangın yönetmeliğine uygun ürünler ve malzemeler kullanmamak, daha en başından büyük bir hata anlamına gelir. Bu durum, yapı malzemesinin ahşap, taş, çelik ya da demir olmasından bağımsızdır; her durumda geçerlidir.

Ayrıca, bölgenin iklim özellikleri de göz ardı edilmemelidir. İklimin çok kurak olması ve o bölgenin yangın kuşağında yer alması, yangınların yayılmasında ciddi bir etkendir.

Yukarıda da belirttiğim gibi,çelik ve demir,sıcaklığı hızla en uzak noktalara kadar ileterek yapının çeşitli noktalarından hızla erimesine yol açar. Bu da tahliye yollarının erkenden kapanmasına neden olur ve öldürücü çökmelere yol açar. Oysa ahşap, sıcaklığı iletemediği için yangının hızla yayılmasını ve hızlı çökmeleri önemli ölçüde önler, geciktirir. Bu vakit kazancı da tahliyeyi kolaylaştırmakta ve itfaiyeye yangını söndürmek için zaman kazandırmaktadır. Bunun gibi satır aralarına serpiştirdiğim bu kritik ve önemli detaylar üzerine kamuoyunu düşünmeye davet ediyorum. Hepimiz elimizi vicdanımıza koyarak, şapkalarımızı önümüze alıp duygusallığa kapılmadan, objektif ve bilimsel bir şekilde düşünmeye davet ediyorum.

Dikey Mimari ve Tahliye Sorunları

Dikey, çok katlı mimari; yangın ve deprem gibi afetlerde en büyük risklerden biridir. Yüksek katlı yapılarda, ister ahşap, ister çelik, ister beton olsun; tahliye, karmaşık ve çoğu zaman ölümcül bir süreçtir. Yangın merdivenlerinin yetersizliği, yoğun duman ve toksik gazlar, insanları hapseden bir girdaba, bir tuzağa dönüşür.

Oysa yatay mimaride bu riskler minimize hatta yok edilir. Tahliye kolaydır, insanlar doğrudan bahçeye veya açık alanlara yönlendirilebilir. Aynı zamanda yatay mimari, insana özgür bir yaşam alanı sağlar. Bahçesinde huzur içinde yıldızları izleyen bir ailedir. Bu aile bir apartman katında gardiyan gibi davranan komşuların sık boğazlığına da maruz kalmaz. Çocuklar özgürce koşuşturur, oynaşırlar, yatay mimarinin bireysel ve toplumsal hayatımıza dair olumlu etkileri saymakla bitmez bir gerçek olduğu aşikardır.

Maraş ve Hatay Depremleri: Betonarme Felaketi;

Kahramanmaraş ve Hatay’daki depremler, betonarme binaların, özellikle çok katlı ,yatay olmayan binaların ölümcül risklerini çarpıcı bir şekilde ortaya koydu.

Binlerce insanın hayatını kaybettiği bu felaketlerde, çoğu çok katlı betonarme yapıların çökmesinden kaynaklandı. Ancak hiçbir yerde “BETONARME BİNA ÖLÜM GETİRDİ!”

Aman betonarme binada oturmayın! Aman beton yapılardan uzak durun! Aman ha çok katlı binalara yaklaşmayın!” gibi manşetler göremedik. BETON! ÇOK KATLI! UZAK DURUN! gibi manşetler niye yok? Peki ya ahşap bir yapı olsaydı? Medyanın nasıl bağırdığını tahmin etmek hiç de zor değil: “Ahşap ev yandı!” veya “Ahşap bina çöktü!” diyeceklerdir…

Halbuki, gözümüzün önünde, yıllardır yaşanan yüzlerce, hatta binlerce yangın çıkıyor ve binde 999’u beton ve çok katlı binalarda meydana geliyor. Yine de onlarca, yüzlerce can ve mal kaybı yaşanıyor. Nerede “BETON YANDI!”, “ÇELİK KOLONLAR ERİDİ!”, “DEMİR ARABALAR KÜLE DÖNDÜ, ERİDİLER!”, “BETONARME BİNA CAYIR CAYIR YANDI!” manşetleri?

Göremezsiniz… Yalnızca “filanca bina da filanca yerde yangın çıktı” der, geçerler… ve konu kapatılır. Neymiş bu ahşap düşmanlığı? On binlerce yıl insan dostu, insanla özdeş kadim yapı malzemesi olan ahşaba bu öfke niye?

Tabii ki, bazı salt kar odaklı çevreler ahşap yapıların ve yatay mimarinin yayılmasını tercih etmeyeceklerdir…Yatay mimaride, ahşap konaklarda yaşayan toplumlar, daha özgür bir zihne ve yaşam tarzına sahip olacaklardır. Üst üste yığılmış çok katlı binalarda yaşayan insanlar, daha sessiz, uyumlu ve sınırlı bir hayat sürmeye yönlendirilirler. Çocuklar, geniş alanlarda özgürce oynayamaz; ip atlayamaz, ellerinde ve ceplerinde misketlerle koşuşturamazlar. İnsanlar yıldızları izleyemez, güneşin doğuşunu ve batışını göremezler. Doğanın güzelliklerine, bulutların akışına, papatyaların, lalelerin ve çimlerin bahar danslarına şahit olamazlar. Toprağa dokunmayan, gününü beton arasında geçiren insanlar; giderek doğadan uzaklaşmış, mekanikleşmiş bir yaşamın parçası haline gelirler.

Bu süreç, bireylerin ve toplumların yaşam kalitesini etkileyen karanlık bir girdap yaratmıştır.

İşte böyle bir toplum yaratıyor bu insanlığın laneti betonlar ve çok katlı yapılar. Bakın etrafınıza, bu beton dünya eve benziyor mu, yuvaya benziyor mu? Yoksa kümese mi benziyorlar? Yoksa hapishanelere mi benziyorlar? Soğuk betonlar, soğuk bloklar, soğuk yüzler… Birbirinden kaçan, suratına bile bakmayan, beton gibi yüzler! Artık yeter! Bu beton dünyaya bir son verelim diyoruz, demeliyiz…

Sorun ahşap mı? Bence değil. İllaki ahşap mı sorun? Hayır, asla değil…

Sorun zihinlerimizde! Algılarımızda! Yatay mimariye geçelim, artık uyanalım. Sen ahşap yapma, okey; lakin git kerpiç var, taş var onlardan yap… Taşımız mı bitti bizim? Topraklarımız mı bitti de kerpiç üreten fabrikalarımız yok oldu? Tüm Türkiye halkına yetecek uzun uzadıya engin topraklarımız, dağlarımız, yamaçlarımız yok mu bizim? Uçsuz bucaksız kıraç topraklarımız da mı yok? Verin halka, bırakın halk kendisi kendi elleriyle yapar yuvasını. Sen standartları belirle, arsayı ver, insanlar yapsın yuvalarını.

Bu kadar mı betona mecburuz? Bu kadar mı çok katlı binalara, bu ucubelere mecburuz? Sahi, mecbur muyuz biz bu işkenceye, bu zulme, kendi ellerimizle yarattığımız bu cehenneme?!

Yatay mimariye geçmek bu kadar mı zor? Tertemiz topraklarımız yok mu bizim? Tertemiz bir gökyüzümüz, doğamız yok mu bizim? Alabildiğince uzanan, tarıma elverişsiz, hafif tepelik dağ eteklerimiz yok mu bizim? Yayılamaz mıyız, serpilemez miyiz? Özgürleşemez miyiz, biraz nefes alamaz mıyız? Çocuklarımız, torunlarımız bahçelerde, kırlarda koşuşturamaz mı? Önünde bahçeleri olan yatay mimarili evlerde, yuvalarda huzuru yakalayamaz mıyız biraz olsun?

Biraz birbirimizden uzaklaşarak yakınlaşamaz mıyız birbirimize !?

Çok katlı, soğuk beton binalarla istemeden çok fazla sokulduk birbirimize ve insanlar birbirlerinden uzaklaştırıldı.

Halbuki yatay mimarili sokaklar, mahalleler böyle mi? Herkes birbiriyle kardeşçesine yaşadı, yaşıyor, yaşayabiliriz!

Bu ülke, bu topraklar 80 milyona ve çok çok daha fazlasına yeter de artar!

Beton, beton, beton! Rant, rant, rant! Para, para, para! Daha çok para! Kâr, kâr, kâr! Daha çok kâr!

Sonuç ne? Akıbet ne? 60 saniyelik bir deprem ve yüz binlerce, hatta milyonlarca ölüm ve gözyaşı… Küçük bedenlerin soğuk beton bloklar arasında sıkışıp ölmesi! Asırlarca sürecek olan toplumsal bir travma!…

Bugünden tezi yok, bir seferberlik başlatmaz mı devletimiz!? “Betona dur, apartmana ise yüz bin defa dur!” demeliyiz.

O apartmanlarda çocuklarınız, eşleriniz, torunlarınız, bebekleriniz, anneleriniz, babalarınız, akrabalarınız, sevdikleriniz yaşamıyor mu sizin? Çıkın o apartmanlardan, çıkalım o apartmanlardan… Bu kadar zor mu bunu yapmak? Başlamak… Başlamayı da mı beceremeyiz? Başlasak, 20-30-40-50, hadi 100 yılda bu hayale ulaşamaz mıyız?

Neyden ve kimden korkuyoruz? Canlarımızdan daha mı kıymetli betonlardan ve apartmanlardan peyderpey vazgeçmek? Dur demek?

Yarın bir gün 60 saniyelik bir Marmara depremiyle karşılaşmamız an meselesi. Maraş-Hatay depreminde olanlar Marmara Bölgesi’nde olmayacak mı? Olacak! Hem de alası olacak! Ve Allah korusun, ülke olarak diz çökeriz, işimiz biter! İşte bu konu bu kadar kritik, bu kadar önemli, hayat memat meselesi; bu bir beka sorunudur! Evet, asıl beka sorunu belki tam da budur!

Devletimiz ne yapıp ne edip çok katlı yapılaşmaya yasak getirmeli, yatay mimariye hızla geçiş yapmalıdır diyorum. Bu belki hemen olamayacak, ama düğmeye basarsak, en fazla yüz yıl sürmez topyekûn yatay mimariye geçmek. Hiç olmazsa torunlarımıza yatay mimariyle bezenmiş, musmutlu bir gelecek bırakırız. Türkiye Yüzyılı başlayacaksa herhalde ilk önce “betona dur, apartmana dur, betonsuz yatay mimariye evet” ile başlamalı diyorum.

Hayatı yatay mimariyle yavaşlatabiliriz, doğamıza, o huzura, mutluluğa dönebiliriz, özümüze dönebiliriz, doğa ile evrenle kucaklaşabiliriz…

Yapısal Ahşap: Geleceğin Yapı Malzemesi;

Ahşap, yalnızca dayanıklı ve çevre dostu değil, aynı zamanda insan doğasına uygun bir yaşam alanı sunar. Betonarme binalar genelde 30-40 yılda yıkılmak zorunda kalırken, ahşap yapılar asırlarca ayakta kalabilir. Bu, ülke ekonomisine büyük bir katkı sağlar ve israf edilen onca paramız da buhar olup gitmez. Paralarımız da emeklerimiz de ceplerimizde kalır. Bu bir kaos, bu bir cehennem, bu tam da bir saçmalık diyorum. Etimizle, tırnağımızla kazandığımız paralar ve emekler 30-40 yıl sonra çöpe gidiyor, torunlarımıza miras olarak bile aktarılamıyor.

Uzun ömürlü ahşap yapılar, yeniden yapım ihtiyacını ortadan kaldırır. Binlerce yıl ayakta duran yapılarla kültürümüz, kültürel mirasımız, hafızamız ve ananelerimiz de yaşar ve aktarılır. Nereden baksak, kâr üstüne kâr…

Ancak bu, rant döngüsünü sekteye uğratan bir durumdur. Bundan, ranttan kesinlikle vazgeçmeliyiz. İnşaat sektörü yatay mimariden de kâr elde edebilir. Yatırımcılarımızın bu kadar korkmasına gerek yok. Bırakın ülke yaşasın, insanlık yaşasın, çocuklarımız geleceğe umutla baksın diyorum… Demeliyiz…

Algıyı Değiştirmek İçin Doğru Bilgi;

Bugün şu soruyu sormak zorundayız: Neden beton, çelik ve taş yapılardaki yangınlar göz ardı edilirken, ahşap yapılar üzerinden bir korku kampanyası yürütülüyor? Medyanın yanlış algısını kırmak için evet, daha fazla bilgiye ihtiyacımız var…!

Yapısal ahşap, ateş öteleyici solüsyonlarla kaplandığında neredeyse yanmaz/yanamaz hale geliyor.Yanmayı ciddi manada geciktiriyor.

İçi dolu, solid, yüzde yüz ahşap bloklarla, toksik gaz salımı yapmayan salt malzemelerle inşa edilen ahşap yapılar—ben bunlara yuvalar diyorum—hem deprem hem yangın gibi afetlerde son derece güvenilir ve sağlam yaşam alanları sunuyorlar. Ancak bu farkı anlayabilmek için “yapısal ahşap” ile “tahta ve odun ” arasındaki farkı da kavramak gerekmektedir.

Doğaya Dönüş;

Ahşap, yani yapısal ahşap, yalnızca bir malzeme değil, bir yaşam tarzıdır. Doğayla uyumlu, insanı özgürleştiren ve yüzlerce yıl dayanabilen bu yapı malzemesi, hem geleneksel hem de modern mimariyle büyük bir uyum içindedir.

Ahşap evler korkutmaz; aksine huzur ve güven sunar. Ancak bu gerçeği görebilmek için, yanlış algılardan kurtulup bilimsel gerçeklere kulak vermemiz gerekiyor. Doğru bilgilerle hareket ettiğimizde, ahşap yapıların—ki ahşap yapılar çoğunlukla tek katlı ve yatay mimari şeklindedir—deprem olduğunda veya olası yangın çıktığında kendinizi dışarı atmak saniyeler kadar kısa sürecektir.

Hal böyleyken, gerçek buyken, ne diye ahşaba dem vurmak, ahşabı kötülemek? Çok katlılığı lanetleyelim, çok katlılığa dem vuralım! Çok katlılıktır can yakan, betondur can yakan, kaçamamamıza sebep olan… Betondur depreme yenik düşen, çok katlılıktır depreme yenik düşen! Çok katlılıktır tahliye sürecini sekteye uğratan ve canları alan. Ahşap değil, ahşap değil, ahşap değil…!

Tüm bunları göz önüne alıp derinlemesine tefekkür ettiğimizde, ahşabın ve özellikle yatay mimarili ahşap yapıların insanlık için nasıl bir nimet olduğunu daha iyi anlayacağız.Betona, özellikle çok katlı betona, apartmanlara hayır; ahşaba, yatay mimariyle kurulmuş evlere, yuvalara, mahallelere, köylere, şehirlere evet!

Yatay mimari ve ahşap yapılar, yalnızca inşaat teknikleri değil, aynı zamanda insana, topluma ve doğaya yönelik bir yaşam felsefesidir. Yatay mimari, geniş yaşam alanları, kolay tahliye imkânı ve toplumsal bağları güçlendiren mahalle kültürüyle bireylerin daha huzurlu ve güvenli bir çevrede yaşamalarını sağlar. Çok katlı beton yapılar, riskleri artırırken yatay mimarinin sunduğu doğal ve ferah yaşam alanları, daha insan merkezli bir hayatı mümkün kılar.

Ahşap ise yatay mimariyle birleştiğinde, çevre dostu, dayanıklı ve sağlıklı yapılar ortaya çıkarır. Ancak mesele yalnızca ahşap veya başka bir malzeme seçimi değil; doğayla uyumlu, insanı önceliklendiren, sürdürülebilir bir yapı anlayışını benimsemektir. Taş, kerpiç, ahşap gibi geleneksel ve doğal malzemelerle yatay mimarinin bir araya gelmesi, yalnızca bireysel mutluluğu artırmakla kalmaz, aynı zamanda toplumun genel refahına da katkı sağlar.

Bugün, insanları betona hapseden çok katlı yapılaşmayı sorgulayıp, doğayla uyumlu yatay mimariyi benimseyerek geleceğimizi yeniden şekillendirme zamanı. Daha sağlıklı, daha güvenli ve daha özgür bir yaşam için yatay mimarinin değerini anlamalı, bunu hem şehirlerimizde hem kırsal alanlarımızda uygulamalıyız. Doğal malzemeler ve yatay yapıların sunduğu bu fırsatı değerlendirmek, hem kendimiz hem de gelecek nesiller için atılacak en anlamlı adımdır.

“Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” – Mustafa Kemal Atatürk

Kültürümüzü yaşatan, doğayla uyum içinde, özgür ve güvenli bir yaşam sunan yatay mimari, yalnızca bireysel değil, toplumsal geleceğimizin de teminatıdır. Köklerimizi koruyarak, doğaya ve insana saygılı bir gelecek inşa etmek bizim elimizde.

“Şimdi, geçmişten de ilham alarak kültürel mirasımızı, anılarımızı, hafızamızı, hatıralarımızı, aşklarımızı, acı, tatlı, hüzünlü, sevinçli tüm yaşanmışlıklarımızı da koruyarak; tüm birikimleriyle birlikte var olanları torunlarımıza aktaran bir yatay mimari anlayışıyla geleceği yeniden inşa etme zamanıdır!” Diyerek burada yazımıza son verelim…

01 Mart 2025

Aygün Can Yağcızeybek

E-posta: ayguncanyagcizeybek@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir